Hipergerçeklik Dünyasına Doğru
Duyularımızı harekete geçiren koku, tat, sıcaklık, parlaklık, renk, yakınlıklar, atmosfer ve diğer temel faktörlerin tümü gerçekliğin bir araya gelmesine katkıda bulunur. İmge, biçim, hikaye, model aracılığıyla; bu duyuların tasvirlerini temel özellikleri etrafında şekillendirme olanağı her zaman olmuştur. Şimdi ise neredeyse tüm dış deneyimlerin aracılık ettiği bir hipergerçeklik dünyasında yaşıyoruz. Tarihsel olarak ‘gerçeklik’ olarak kabul ettiğimiz şeyin yerini, şimdi doğal olanı yeniden kodlayan ve değiştiren işaret sistemleri alıyor. Gerçek bile öznel bir kavram haline geldi. Belirsizlikle yeniden tanımlandı, şimdi merkez belirsiz hale geldi. Böyle bir dünyada artık, gerçeklik ve yanılsamanın çelişkili ama aksiyomatik birliği söz konusudur. Simülasyonlar olarak bilinenler, gerçek dünya süreçlerinin veya sistemlerinin zaman içindeki taklitleridir – derin bir gerçekliğin dürüst bir yansımasını sağlarlar. Görüntüleme ve modelleme programlarının sürekli geliştirilmesiyle, doğal koşulları yapay olarak bitimsizce çoğaltabiliyoruz. Bu kopyalar simülakr olarak bilinir, ya başlangıçta orijinali olmayan ya da hiç orijinali olmayan şeyleri tasvir ederler. Belirsiz bir görünüş veya yüzeysel benzerlik taşıyan bir görüntü veya temsildir.



Simülasyon ve simülakrlar arasında varlığın kendini ve ‘gerçekliği’ unuttuğu bir gelecek nasıl olurdu ?
Günümüzün ileri teknolojileri ile, seçilen, tasnif edilen ve kodlanan bilgi üretilir ve soyutlanır. Böylece işaret ve sembol veya simülasyon ve simülakr yoluyla algılarımız işlenebilir hale gelir. Bilgi çağında, gerçeklik algısı öncelikle çeşitli ajanlar aracılığıyla yansıtılır ve inşa edilir. İmge ve göstergenin bu birleşiminden bir hipergerçeklik doğar ve bunların eşzamanlı ilişkisi varlığın doğası ile varlığın görünümü arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır. Yanılsama ile temel gerçekliklerimizin arasındaki sınırların tamamen muhayyel hale geldiği gelecekte, artık farkına bile varamadığımız bir huzursuzluk hali içinde yaşıyor olacağız. Toplumun simülakrları benimsediği ve insan deneyiminin bir simülasyon haline geldiğini görüyoruz. Simülasyon, birincil iletişim ve temsil aracı olarak sosyal ve kültürel ortamımıza yerleşecek. Bu eşdeğerlik, sofistike göstergebilim ve gelişmiş araçların etkin bir şekilde ‘gerçeğe’ dayalı değer sistemlerinin yerini aldığı hiper-modern toplumlar için benzersiz bir koşul haline gelecek. Ekonomiler, malların fiziksel temelli değeri üzerine kuruluyken, şimdi ve gelecekte bunların yerini, temsil etmeleri amaçlanan derin gerçekliklerle hiçbir ilişkisi olmayan para birimleri, paradoksal olarak referans değişimlerinin ötesinde hiçbir gerçek amacı veya pratik kullanımı olmayan para birimleri ve ihtiyaçlar alacak. Hiçbir şeyin aracısız olmadığı bir taklit dünyası Büyük Huzursuzluk. Çağdaş toplum bir hipergerçeklik içinde, statü ve kimliğin boş işaretlerini tüketmeye hevesli bir dünya, doğal ve simüle edilmiş arasındaki sınırı belirleme yeteneğini kaybetmiş bir kültür içinde var olur.


Baudrillard dört seviyeli bir simulakradan bahseder;
elinden geldiğince orijinalin özüne sadık olan, onu bilerek bozan, hala gerçek/orijinalmiş gibi davranan, gerçekle alakası kalmamış, onun yerini almış simulakradan. Hakikat ve gerçekliğin aşamalı olarak çözüldüğü süreci ise üç teknolojik tarihsel dönem aracılığıyla açıklar. Birincisi, temsilin gerçekliğin derin bir yansımasını taşıdığı ve açıkça gerçeğin “doğru” bir ikamesi olduğu premodern dönemdir. Bu simülakrlar, nesnelerin ve olayların özgünlüğünü anlatan açık seçik özelliklere sahiptir. İkinci bir düzen, seri üretim ve otomasyonun daha hızlı ve daha verimli yeniden üretilebilirlik araçlarını başlattığı, kopyanın daha karmaşık hale geldiği ve orijinalin karakterinin giderek daha fazla taklit edebildiği Sanayi Devrimi’nden sonrasına tanımlanır. Kopyanın artık prototip kadar gerçek olduğu için orijinalin otoritesine meydan okuduğu, önceden kurulmuş temsil ve gerçeklik paradigmaları üzerinde aşındırıcı bir etki yarattığı dönem. Simülakrların orijinalden önce geldiği Geç Kapitalizm çağında ise üçüncü bir düzen ortaya çıktı. Bu düzende, geçmişin sadık kopyaları yerine gerçeklik iddialarına dayalı modeller üreterek orijinalin failliğinin yerini alır. Özgünlük burada önemli ölçüde anlamını yitirir. Hızlı ve kesin üretim teknikleriyle, kopya ve prototip ayırt edilemez ve bilgi modelleri de hiper-mekanın yansı odaları haline gelir. Bu, hem hikaye anlatıcısı hem de anlattıkları için kritik bir öneme sahiptir. Üretilen değer ve özgün değer artık değiş tokuş edilebilir.

Gerçeklik, algılarımızın kolektif bir yorumu mudur?
Kendimizi bulduğumuz bilgi çağında, algıya, gelişmiş araçların ve teknolojilerin üzerinde çalıştığı bir mekan olarak bakabilir miyiz? Tahminler yürütülen, manipüle edilen ve hatta gelişmiş yazılımlar aracılığıyla projesi üretilen bir algı. Geçmişte, bu teknolojik araçların doğasında bulunan sınırlamalar, gözlemci ile gözlenen arasında kritik mesafeyi koruyordu, ancak sınırlar ortadan kalktıkça canlı ve cansız varlıklar olarak hiçbir şeyin dolayımlanmadığı bir simülakrlar dünyasına – bir hipergerçekliğe doğru yol alıyoruz.
Anxious Startum
Published:

Anxious Startum

Published: